Dedem köyde en çok sevilen biyoloji öğretmeniydi. Köyde bahçeli bir evi vardı. İçinde her türlü ağacı, çiçekleri bulunduran kocaman bir bahçesi vardı. Sabahları kahvaltı yapmadan önce ilk işi canından çok sevdiği bahçesini ziyaret etmekti. Birbirinden canlı birbirinden güzel ağaçları ile konuşmayı çok severdi. En çok da Erik Ağacı ile ilgilenirdi. Sanki kendi evladıymış gibi davranırdı ağaçlara. Dedem genç olmasına rağmen bir gün rahatsızlandı. Geçirdiği mide rahatsızlığından sonra dedemi; dayım ile hastaneye götürdük. Kanser olduğunu öğrendik. O gün o kadar üzülmüştüm ki gözüm hiçbir şey görmüyordu. Konuşmak bile içimden gelmiyordu. Üzüntümü kimseye belli edemiyordum. Ama hep iyileşecek diye bir umut vardı içimde. Fakat Dedem yine aynı yaşama sevinci ile hayatına devam ediyordu. Yüzündeki o samimi gülüşünün hiç eksildiğini görmemiştim. Her gün aldığı ilaçlar onu çok yorsa bile sevdiği bahçesini ziyaret etmeye devam ediyordu. Zaman geçtikçe durumu daha da kötüye gidiyordu. Artık doktorlar onun hastanede gözetim altında kalmasını söylemişti. Aylarca hastanede kaldı diyebilirim. Nerdeyse eve hiç gelemiyordu. Sürekli ziyaretine gidiyorduk. Bize her seferinde sorduğu ilk soru bahçesinin bakımı hakkındaydı. Bize çiçeklerini en çok da Erik Ağacının altında dinlenmeyi özlediğini söylemişti en son ziyaretimizde. Dedemi kaybettiğimizde soğuk bir şubat ayıydı. Kar etrafı bütün saflığı ile kaplamıştı. Dedemin cenazesini son kez köydeki evine getirdiler. Annem çok üzgündü. Dedemin öğrencileri de evimize akın ediyordu. İşte o zaman sevilen bir insan olmanın ne demek olduğunu anlamıştım. Cenazesi farkına varılmadan çok sevdiği Erik Ağacının altına konuldu. Dedemi en acı ve en son görüşüm olmuştu. Günler geçti, artık havalar ısınmıştı. Bahçedeki ağaçların cıvıl cıvıl çiçek açma vaktiydi. O bahar bahçemizdeki bütün ağaçlar çiçek açtı, meyve verdi. Sadece dedemin çok sevdiği Erik Ağacından başka… Kurumuş Erik ağacının hayatı da sanki dedemin yarım kalmış hayatı gibi son bulmuştu
|